Kelime Sayısı:743
15 Bölüm
İkiye Bölünen Okyanus
Rüzgâr oldukça hızlı esiyor ve havayı serinletiyordu. Borla çocuğu sırtına almış rüzgâra karşı yürüyordu. Kadran ona sımsıkı sarılmış ve gözlerini yüzüne kadar kapatmıştı. Rüzgâra karşı bakma cesareti yoktu olsa bile Borla ona bakmamasını baktığında gözlerinin kör olacağını söylemişti. Başlarda Borla onu sırtına alma taraftarı değildi fakat rüzgârın çocuğu uçurabileceği düşüncesiyle onu sırtına almaya karar vermişti. Kadran ölüme terk edilmediği için halen sinirliydi, sebepsiz yere sahiplenilmişti. Hayatta kalmak için amacı yoktu. Culdan krallığı peşine düşeceğini biliyordu. Adamın bunu umursamadığını düşünüyordu. İlerledikçe rüzgâr şiddetini arttırıyor ve fırtınaya dönüşüyordu. Onun yürümesinin yavaşladığını anlayabiliyordu. Kadran ‘’O güçlerini neden kullanmıyorsun?’’ diye meraktan sormuştu. Koca şehri yok edebilecek güce sahip olan birisi bu fırtınayı durdurabilir veya üstesinden gelebilirdi. Fırtına o kadar şiddetlenmişti ki etraftaki seyrek ağaçları yerinden söküp götürüyordu. Kadran ‘’Neden fırtınayı durdurmuyorsun’’ diye ikinci kez sormuştu. Borla
‘’Yerimizi belli etmek istemiyorum en azından şimdilik’’ diye cevap verdi. Kadran ‘’Nerede olduğumuzu bulabilirler mi?’’ sorusunu yöneltti. Borla başını salladı. Fırtınaya karşı yolunu adımlarken ilerdeki ağaç gözüne çarpmıştı, gittiği yolun üzerindeydi. Fırtına onu sökmeye çalışıyordu. Ağaç direniyordu. Fırtına ne kadar uzun sürerse sürsün onu köklerinden kopartacağına emindi ve ağaç daha fazla dayanamadı. Kadran çoğu zaman gözünü fırtınadan tarafa çevirmiyor olsa da ağacın sesini duyumsamazlıktan gelememiş olanların bir kısmını görmüştü. Kadran ‘’Öleceğiz!’’ diye bağırmıştı, Ağacın kökleri dışarıya çıkmaya başlamıştı. Borla kılıcını kınından çekmişti. Ağacın son köklerinin yerle bağlantısı kalmayınca onların üzerine doğru uçmaya başladı, onların üzerine hızlıca geliyordu. Ağaç iyice yaklaştığında Borla ağacı ikiye bölmüştü, ikiye bölünmüş ağaç fırtınaya karşı direncini kaybetmiş ve parçalara ayrılmaya başlamıştı, parçalara ayrılan kısımları farklı yönlere giderek onları geride bırakmıştı. Kadran omzunun üzerinden kafasını çevirerek halen parçalanmakta olan ağaç parçalarına baktı. Ağaç kısa sürede gözden kaybolmuştu. Kadran
‘’Daha bu fırtınada ne kadar ilerleyebiliriz ki?’’ diye sordu. İlerlemeye devam ederken önlerinde fazla yüksek olmayan tepe vardı, ağaçları yerinden söken fırtına Borla’ya hiçbir zarar veremiyordu. Kadran ‘’Sen fırtınadan güçlü müsün?’’ Diye sordu. Borla onun sorusuna cevap vermedi fakat başka bir şey söyledi. ‘’Bu sıradan fırtına değil’’ dedi. Tepeye daha hızlı adımlarla varmaya uğraşıyordu. Tepeyi görmeden önce yavaş ilerliyordu, onu görünce hızlanmıştı. O tepeye ilerledikçe fırtına daha da şiddetleniyor o da daha hızlı adım atmak için daha fazla uğraşıyordu. Sonunda tepeye ulaştığında fırtına etkisini yitirmeye başlamıştı. Tepede okyanus gözüküyordu. Tepeden aşağıya inmeye başladığında fırtına dinmişti, artık Kadran’ın sırtından inmesinin vakti gelmişti. Biraz daha ilerdeki fırtına kendisini rüzgarlara bırakmıştı. Sırtındaki çocuğu indirdi. İkisi birlikte yürümeye devam ediyor okyanusa yaklaşıyorlardı, rüzgâr artık eskide kadar güçlü değildi. Kadran uçsuz bucaksız okyanusa baktı. Güneşin batışı yaklaşıyordu. Uzun yolculuk sonrası Borla istediği yere varmıştı. Kadran ‘’Yolun sonuna geldik ne yapacağız?’’ diye sordu. Gidecek yer kalmamıştı. Borla ‘’Dediğim gibi dünyanın boynundaki köprüden geçemeyiz bu yüzden okyanusun içinden geçeceğiz’’ diye yanıt verdi. Borla Kadran’a arkasında biraz uzak durması için işaret etti ve birkaç adım ileriye attı. Kılıcını kınından çıkardığında Kadran düşünmeye başlamıştı, hangi ara ağacı kestikten sonra kılıcı tekrar yerine koyduğunu hatırlayamadı. Borla omzunun üzerinden Kadran’a baktı ve gülümsedi. Kılıç kısa sürede siyah renge büründü ve kara duman çıkmaya başladı. Kılıcı havaya kaldırdı, hızlıca yere indirdi. Kılıçtan çıkan karanlık güç Kadran’ı yere düşürdüğü yetmezmiş gibi yerde geriye taklalar atarak Borla’dan uzaklaştırmıştı. Kılıcın keskinliği okyanus üzerinden gözle görülemeyecek kadar ilerledi, ardından büyük gürültü kopmuştu. Kadran tam olarak saldırıyı izleyememişti, kirlenen üzerini temizlerken toprağa bulanmış yüzünü eliyle siliyordu. Okyanus dalgalanmaya başlamıştı, karanın boyutunu aşmıştı. Borla ona yaklaşması için işaret yaptı. Kadran onun yanına geldi hatta ondan daha ileriye gitti, okyanusun dibi görülmeye başlanıyordu. İki büyük dalga arasındaki sular çekilmeye başlamıştı. Borla kıyıya kadar yürüdü ve Kadran’ı tekrar sırtına aldı. Kadran şimdi ne yapacaklarını bilmiyordu. Borla onu sırtına aldıktan sonra kara parçasının en ucuna geldi ve arkasını okyanusa verip aşağıya inmeye başladı. Borla
‘’Sıkı tutun aşağıya iniyoruz ve aşağıya bakma bir süre başın dönebilir’’ dedi. Kadran hiçbir şey söylemedi sadece mırıldandı anlamsızca Borla ‘’Okyanus kapanmadan karşıya geçeceğiz’’ dedi. Borla kayalıklardan aşağıya iniyordu. ‘’Daha sıkı tutun!’’ dedi. Kendini bırakır bırakmaz Kadran bağırmaya başlamıştı. Borla tekrar kayalıklara tutundu. Biraz daha aşağıya indi ve aşağıya atladı. Kadran’ı sırtından indirdi, Kadran ayakta duramayıp diz çöktü, dizlerinin bağı çözülmüştü. Borla yürümeye başladı o yürümeye devam ederken ellerinde kanıyor ve damlalar halinde toprağın üzerine düşüyordu. Kadran ayağa kalktı, iki tarafına baktı. Dev okyanus vardı bastığı toprakta türlü türlü yerde ölü yatan deniz varlıkları vardı. Borla ‘’Benden daha hızlı koşabilirsin evlat. Şimdi buranın sonuna kadar koş ilerideki kapıya ulaştığında onlara Yenilmez efsanenin geldiğini içeriye girmek istediğini izin vermezlerse şehri ikiye böleceğini söyle.’’ Dedi. Kadran ‘’Burada şehir mi var?’’ diye sordu. Borla ‘’Dediğimi yap evlat hadi yoksa senden önce varacağım oraya.’’ Diye söylendi.